Sanatın İnsansızlaştırılması Ve Roman Üstüne Düşünceler, Jose Ortega Y Gasset

1955 yılında hayata veda eden İspanyol filozof José Ortega y Gasset, 1925 yılında kaleme aldığı “Sanatın İnsansızlaştırılması” ve “Roman Üstüne Düşünceler” başlıklı iki uzun denemesinde, çağının sanatı ve edebiyatı üzerine düşüncelerini ortaya koyuyor.
“Sanatın İnsansızlaştırılması” ve “Roman Üstüne Düşünceler” çarpıcı, cesur, derinlikli ve isabetli saptamalarıyla, güncelliğini koruyan, her zaman heyecanla okunacak klasik metinlerden.

“Bir sanat yapıtını kurtaran şey asla konusu değildir, tıpkı bir heykele değerini veren şeyin maddesindeki altın olmadığı gibi…”

— Josâ Ortega y Gasset

Merhaba

İlkin bir şeyi belirtmek yerinde olacak. Halkın çoğunluğunun estetik zevk dediği nedir? Bir sanat yapıtı, örneğin bir tiyatro oyunu “hoşuna gittiği” zaman ruhunda tam olarak ne geçer?

Kitabımız çağdaş İspanyol filozofu Josâ Ortega y Gasset’in (1983-1955), genelde değişik anlatımlarıyla sanat olayı, özellikle de çağının Avrupa sanatı üstüne irdelemelerini içeren “Sanatın İnsansızlaştırılması” ve “Roman Üstüne Düşünceler” başlıklı iki denemesinden oluşuyor.

Ortega’nın tüm yapıtlarında olduğu gibi, burada denemenin kendisi, düşünsel niteliklerinin yanı sıra, yazınsal özellikler de sergiliyor. İrdelerken, irdelediği konuyu okuruna öğretmeyi, öğretirken düşündürmeyi amaç edinmiş olan filozof, yazısını aynı zamanda hoş gelişimli, oyalayıcı bir biçem çerçevesinde geliştiriyor.

Avrupa kıtasının bir ucunda, bir kıyısında kendine özgü yer tutan, Avrupa kültürünü kendince algılayan ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde henüz yeterince tanımayan İspanyol insanını dünyaya, Avrupa’daki düşünce ve sanat akımlarının evrimine açmaya yönelen Ortega’nın eğitici tavrı-düşünsel içeriğinden bağımsız olarak- aslında yirmi birinci yüzyıldaki Türk okuru için de hala ilginç olmakta.

İki denemenin arasında bir bütünleyici bağ bulunuyor. İkisi de 1925’te yayımlanmış, o zamandan beri her biri Ortega’nın daha önce gazetede basılmış ve konularına göre öbeklenmiş denemelerini içeren değişik kitaplarında genellikle ikisi birlikte yer alıyor. J. Martinez Cachero gibi uzmanlar, onların eşzamanlı olarak ve birinden öbürüne gidip gelerek kaleme alınmış oldukları fikrindeler. Çünkü “Sanatın İnsansızlaştırılması”nda görsel sanatlar geniş oylumlu olarak irdelenirken, roman sanatına pek az, o da uzaktan değiniliyor; nedeni Ortega’nın roman türüne ilişkin düşüncelerini “Roman Üstüne Düşünceler”e saklamış, ayrı bir bağlamda, bağımsız olarak ele alarak geliştirmeyi yeğlemiş olmasıdır.

Ortega’nın sanat olayına yaklaşımı en derin bir varoluşsal ciddiyetin, diyebiliriz ki bir etik tavrın sonucudur:

“Sanat gündelik yaşamın gerçeğinden ve bizi kuşatan bayağılıktan özgürleşmek, yaşamımıza bir anlam verebilmek içindir. İnsanoğlu tekdüzelikten, adilikten, gevşeklikten kaçış yolu arar durur. O nedenle kendi ortamından yola çıkarak yeni şeyler yaratmaya yönelir, kendi kendini arayışına bir yanıt olsun diye eserinde kendini dışa vurarak benliğini dile getirir; Başka yoldan dışa vuramayacağı şeyleri eserinde şekillendirir: Öyle, çünkü yaratı olmayan yerde doğum yoktur, doğum olmayınca da yaşam yoktur. O nedenledir ki, eser veren sanatçılar her zaman için var olagelmiştir, çünkü eser yaratarak, benliklerinin kendilerinin bile bilmedikleri en mahrem yönlerine bir karşılık vermişlerdir.
“Sanatlar, benliğini ifade edecek formüle başka yoldan ulaşamayan insanoğlunun kendisini anlatmasına yarayan soylu birer duyu organıdırlar (…) Sanat sorununun tipik özelliği çözümsüz olmasıdır. Çözümsüz olduğu içindir ki, insan onu değişik yanlarını ayrıştırarak kucaklamaya çalışır, böylece sanatların her biri sorunun özgün bir yanının dile getirilmesidir.”

Dolayısıyla sanatçı, insanlığın dışa vurmayı beceremediği duyguları dile getirme ihtiyacını duyan kişidir ve bunu eseriyle gerçekleştirir. İşte temelindeki o derin, o ciddi nedenden ötürü, Ortega sanatın bir oyun olmadığını vurgular:

“Sanat bir zorunluk değildir, keyifli bir kapristir: Sanat eserinin dışında hiçbir gereklilik yoktur ki bizi ona yöneltsin, zorlasın (…) Madem sanat dışsal bir gerçeğe yaslanarak yaşayamıyor, o halde varlığını kendi kendisine dayanarak haklı göstermek zorundadır. O haklılık nedeni ancak bir tane olabilir: Zevk vermek. Sanatların her biri dolu dolu var olabilmek için, diğerlerinden farklı bir sanat olabilmek için, kendisinden başka kimsenin veremeyeceği zevki sağlamalıdır.
Sanat da aşk gibi, mahrem bir olaydır, dışarıdan gelme değil, içten doğma; o nedenle anlamını kendisinin dışındaki fiziksel gerçeklerde arayamaz, arasa bile bulamaz.”

Kitabın bölümlerini oluşturan her yazı kısa hatırlatmalarla başlar, böylece zaman içindeki kesintilerin engelini aşarak, yazıdan yazıya süreklilik içinde geçmeye olanak sağlar. O nedenle pedagojik yineleme havası gazete yazılarında tuhaf kaçmaz, ancak kitapta yineleniyor olması zamanında eleştirilmiştir.

Başka bir deyişle Ortega “dünyanın ne yöne gittiği” konusunu “her türlü politikaya sırtını çevirerek” açıklamayı görev olarak üstleniyor. Böylece filozofça, politikadan bağımsız kalma kaygısı toplumsal ortamın giderek sertleştiği, kamplaşmanın giderek keskinleştiği İspanya’da bir aydın için bağışlanamaz bir suç oluşturacaktır. Bu denemelerin yayımlanışından ancak altı yıl sonra, 1931’de II. İspanyol Cumhuriyeti’nin ilan edileceğini hatırlatmak yeter.

İkinci denemeyi oluşturan “Roman Üstüne Düşünceler” de haliyle aynı temellendirmeye uyar:

“Sanat yapıtı, doğrudan doğruya felsefe olma, siyasal mesaj olma, toplumbilimsel inceleme ya da ahlaksal vaz olma amacını güdemez. Romandan başka bir şey olamaz, iç evreni kendisini aşıp başka hiçbir şeye dönüşemez.”

Romana ağırlıklı, hatta boğucu olarak, başka ortamlara ait olan, o yüzden estetik bir yaratının alanına uymayacak öğeleri yüklemek doğru değildir: İster siyasal, isterse ideolojik, isterse simgesel ya da yergisel olsun, o etkinlikler öyle bir doğaya sahiptirler ki, kurgusal düzlemde uygulanamazlar, ancak her bireyin sahici ufkuna gönderme yapmakla işlerlik kazanırlar.

Ortega, denemesinde, o sıralarda ideolojik içerikli yayımlara olan talebin artmasına karşılık, roman satışlarının gerilemekte olması gözleminden yola çıkarak roman türünün krizinin nedenini araştırıyor. O nedeni artık yeni konular bulmanın olanaksızlaşmasına, eskilerin yinelenmesinin de bıkkınlığa yol açmasında görüyor:

“Kimi dostlarımdan, özellikle de bazı genç yazarlardan bir roman yazmakta olduklarını işittiğimde, bunu nasıl olup da sakin bir ses tonuyla söylediklerine pek şaşıyor, onların yerinde olsam tir tir titrerdim diye düşünüyorum O sükûnetin altında büyük çaplı bir bilinçsizliğin yattığından kuşkulanıyorum. (…) Sanat yaratısının yalnızca adına esin ya da yetenek denilen o öznel ve bireysel kabiliyete bağlı olduğunu varsaymak, boş hayallere kapılma ve sorunu rahatça ortadan kaldırma isteğinden başka bir şey değildir.”

Ancak türün krizde olması başka şeydir, can çekişiyor olması başka şey.

Eğer roman tür olarak varlığını sürdürmek istiyorsa, konunun bıraktığı boşluğu başka öğelerle doldurması gerekecektir ve gerek romancı gerekse yazın eleştirmeni o doğrultuda elinden geleni yapmak durumundadır. Romanın kimi özellikleri, en çok da romantik ürünlerinin halk arasında yaygınlaştığı on dokuzuncu yüzyılda, olanaklarının doruğuna ulaşmıştır ve şimdi 1925’te artık tükenmiş, kendi kendini tekrarlamaktan başka çaresi kalmamıştır.

“En büyük romanlar binler ve binlerce minimini organizmadan oluşan mercan resifleridir, kırılgan görünümlerine karşın, denizin darbelerini dizginlerler.”

José Ortega y Gasset, Madrid ve Alman üniversitelerinde okudu. 1910’da doğduğu kente (Madrid) dönerek metafizik profesörü oldu. Çeşitli dergiler çıkararak İspanya’da kültür ve edebiyatı yeniden canlandırma hareketinde önemli bir isim oldu. La Revista de Occidente bu dergilerin en tanınmışıdır.

Ne söylediği kadar nasıl söylediğine de önem veren bu İspanyol filozof, Camus’ye göre “Nietzsche’den sonra belki de en büyük Avrupalı yazar“dır. Varoluşçu düşünce içerisinde anılması gereken önemli düşünürdür.

Kültürel ve siyasi açıdan muhafazakâr biri olan Gasset, tıpkı diğer varoluşçu düşünürler gibi, insan söz konusu olduğunda, varoluşun özden önce geldiğini söyler. Ona göre, taşa bir varoluş verilmiştir, onun olduğu şey olması için çarpışması, mücadele etmesi gerekmez. Oysa insan, içinde bulunduğu her anda, varoluşunu yeniden yaratmak, özünü belirlemek durumundadır.

Gasset’nin bitiremediği büyük yapıtının derslerinde de kullandığı uzun bir bölümü, 1957’de El hombre y la gente (İnsan ve Herkes) adıyla yayımlandı. Ortega y Gasset’nin Türkçedeki ilk kitabı 1968 yılında May Yayınları tarafından çıkarılan Kitlelerin Ayaklanışı(‘)dır.

Sanatın İnsansızlaştırılması Ve Roman Üstüne Düşünceler, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: