Sevgili Ben’lik

“Yola çıkmak kaygıyı çoğaltmaktır; yola çıkamamaksa kendini kaybetmektir… Ve en üst anlamıyla yola çıkmak kendi benliğinin farkına varmaktır.”

Soren Kierkegaard

“Hikmetini ve içyüzünü öğrenmek istediğim şey, ben’di. Kurtulmak alt etmek istediğim şey ben’di.”

Hermann Hesse

Arabayı hızla sağa çekerek dörtlüleri yaktı. Aracın kapısını açıp dışarı çıktı. Burun hizasından geçen kamyonun rüzgârıyla geriye çekildi. Otobanda olduğunu anımsayıp tekrar araca bindi. Bir süre aracın içinde etrafı izledi. Karanlık kendini boylu boyunca bir örtü gibi sermeden önce yönünü bulmalıydı. Gözyaşları yeniden başladığında, torpido gözünden çıkardığı bir kutu kağıt mendili yan koltuğa bırakırken aynadaki yüzünü fark etti. Aynaya bakarak “Bu pahalı marka kozmetik ürünleri hani su geçirmezdi.” dedi.

Bir ton para ödeyip yurtdışından yurt içinden temin ettiği kozmetik ürünler bir gözyaşında ne çabuk da boğuluyordu. Yüzü boyadan desenler halinde parça parça olmuştu. Üstat Salvador Dali’yi hatırladı. Bastı tekrar gözyaşını. Kutudan kağıt mendil çıkarmak istediğinde tırnaklarını gördü. Uzun bakımlı tırnakların bir kaçı çoktan kırılmıştı bile. Aynaya tekrar bakmak istedi. Ama bakamadı… Gözlerini aynadan sürekli kaçırıyor olmakta şimdi neyin nesiydi.

Cep telefonu çalmaya başladı. Ekranda “Kara” yazıyordu. Tekrar gözyaşlarına döndü ve içinde kalmamacasına gözyaşlarını akıtmak için ağlama nöbetine katıldı. Ağlamaktan içi çıkıp yorgun düştüğünde cep telefonu yeniden çaldı. Birkaç çalıştan sonra cep telefonu sustu. Geriye cep telefonu ekran görüntüsünde dalgalı bir deniz bıraktı. Dalgalı deniz yıllar öncesine yaz tatili yaptığı beldeye götürdü. Çeşme’ye… O an fark etti resimdeki dalgaların yüksekliğini. İçindeki duygularda aynı bu denizdeki dalgalar gibi gidip geliyordu. Kara ile olan ilişkisi de aynı bu denizdeki koca dalgalar gibiydi. Peki, nasıl mücadele edecekti…

Aynada karşılaştığı gözlerine dik dik baktı…

Telefon tekrar çalmaya başladı. Telefonu yüzüne yapıştırarak “Evet” dedi. İçini çekti nefessiz kalmış gibi hissediyordu kendisini. Bir süre bekledi. Boğazı kurumuştu. Yutkundu ve ardından yüksek bir sesle arkadaşına “Artık hiçbir şeye dayanamıyorum” dedi. “Bitsin istiyorum… Sanırım daha fazla konuşamayacağım, daha sonra ararım.” dedi ve telefonu kapadı.

Ekran görüntüsündeki dalgalara bir süre daha baktı. Birkaç saniye sonra telefon ekranı da kendisi gibi karanlığa gömüldü. Telefonu yan koltuğa bıraktı. Hayat sanki içinde bulunduğu durumla ilgili mesaj üstüne mesaj gönderiyordu. Aracı tekrar hareket ettirerek yola çıktı.  

Arka koltuktan gelen sesle geriyi görme aynasına bir kez daha baktı. Friedrich Nietzsche der ki: “Denizi seviyorsan dalgaları da seveceksin. Korkarak yaşarsan yalnızca hayatı seyredersin. En derin denizlerde boğula boğula becerirsin tek bir nefesle yaşamayı…”

Annesi gülümseyerek ekledi, “Tomris, denizin dalgalarında sörf yapmayı öğreneceksin…”  

Sessizlik devam ederken etrafındaki karanlığın içinde bir ışık bulma isteği ile Tomris hücrelerinde şaşkınlık ve mutluluk hissi artarken derin bir nefes aldı. Hemen elini geriyi görme aynasına götürüp düzeltti. Bir an olsun gözlerini aynadan ayırmadan yüksek sesle “Anne” diyebildi.  

Annesi, “Tomris, insanın irdeleyeceği hep kendi olmalıdır. Öteki, ancak bir ilişki sürecinde, ötekinde kendini bulmak ve oluşturmak içindir. Bu nedenle şu an yaşadıkların hayatının küçük bir parçası tamamı değil. Yolculuğunda belirli durak noktaları vardır. İçsel bir zorunluluk olarak bu saldıran şeyleri seni harekete geçiren öfkelendiren yönünü kaybettiren bu şeyleri incelemen gerekli. Öznel dünyanın tekilliğinde kendini bu denli yalnız hissetmenin nedeni bu… Burası bir bütünleşme sürecidir. Birleşme süreci, çoğunlukla bilincinde olmasan da her insanda bir teolojik olasılık olarak mevcut bulunan, ruhun, Ruh’a doğru gelişme, büyüme, açılma serüvenidir. Bireysel bilinçlenme nihayetinde tüm insanlığın ortak bilincine bir katkıdır. Kişinin kendi merkezine doğru yaptığı bu yolculukta öncelikle bireyin karşılaşması gereken “gölge”sidir. Kişiliğin en düşük parçasıyla artık yüzleşme zamanı.”

Annesi, kararlı bir ses tonuyla konuşmasına devam etti. “Sevdiğin kişiye yansıttığın şey neden tutkuya ya da nefrete dönüşüyor? İşte tam da bu soru üzerinde düşünmelisin. Aynı durum erkek içinde geçerli… Birbirinize yansıttığınız şey sizi bütünleştiriyor mu?”

Annesi, aynadan bir süre Tomris’e baktı. Sözlerin ulaşıp ulaşmadığını anlamak istercesine tekrar konuştu. “Yaşam yolcusu, kendini tanıma bilinçlenme döneminde nihai hedef Ruh’tur. İçkin ve aşkın olan kendiliktir. Kendindeki ötekini özümsemiş olan insan aynı kalamaz; dünya görüşü ve modelinde, yaşamında sarsıcı bir değişim olur.”

Tomris, hemen araya girerek, “Yaşam Amacım ne bunu bile bilmiyorken tüm anlattıkların bana oldukça yabancı. Seni anlamakta inan çok zorlanıyorum.”

Annesi, “Yaşamın amacı, kendi eksikliklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve zedelenmişliğini ıstırabını azaltmaktır. Bunu başarmak, dünyayı yeniden ve merkezinde kendin olmak kaydıyla “tamam” etmektir.” Tomris, “İçindeki Tanrısallığa ulaşmalısın…”

Tomris, gözyaşlarını durduramıyordu. Yanaklarından süzülen her gözyaşı çenesine oradan da üzerindeki kazağa akıyordu. Açık renk kazağın üzerinde boyaların oluşturduğu siyah hareleri gözlemledi. Ne yana baksa hep aynı şey vardı. Kara bir delik… Direksiyonu bırakmadan bir eliyle gözyaşlarını silmeye çalıştı. “Peki ama nasıl yapacağım?”

Annesi, Tomris’in omzunu kavradı. Yan koltuktaki kutudan çektiği kağıt mendili kızına uzattı. “Bir insan ne ise yalnızca onu düşünür, söyler ve yapar. Haklısın, şu ana kadar söylediklerimin farkında bile değildin. Hatta bana yansıttıklarının bile. Fakat şunu söyleyebilirim. Bir filozof olsaydım, bir yerlerde ‘göksel bir yerde’ ‘analık’ ile ilgili tüm fenomenlerin öncesinde ve üstünde olan bir anne ilkimgesi var. Filozof olmadığıma göre detayları yazara onun yaratıcı fantezisine bırakmalıyım… Çünkü arketipler yaratıcı fantezisi olarak bu zamanlarda ortaya çıkar.” Gülümseyerek ekledi, ortamın gerginliğini almak istercesine, “Aynada bir süredir seni izliyorum. Pahalı kozmetik ürünlerinle biraz karışık görünüyorsunuz. Seni en kötü zamanında güzel göstermiyorlar mı? Pardon ‘gerçek’ demeliydim…”

Tomris’in direksiyonu tutan elleri bembeyaz olmuştu. Gözlerini ellerinden ayırıp cesaretini toparlayarak geriyi görme aynasına baktı.  Annesi o kadar güzel görünüyordu ki. Beyaz saçları hafif dalgalar halinde kısacıktı. Beyaz bir elbise giymişti. Elbisenin üzerinde de beyaz bir ceket vardı. Her zaman uyumlu ve şık olmayı nasıl başardığını hep düşünmüştü. Gözleri yüzüne kaydı. Yüzü sağlıklı ve gözlerindeki enerji insanın içini ısıtıp, adeta kendine getiriyordu. Tekrar ağlamamak için kendini zor tuttu. Annesi omzunu kavrayarak “Tam zamanın da gelmiş olmalıyım” dedi. “Senin durumunda biri için araçla yolculuk yapmak doğru mu?”

Hani olması gerekenler listesi yapılsa Annesi tüm bu özellikleri barındıran kişi seçilebilirdi. Adı gibi güvenilir, inanılır olmak her insana nasip olmazdı. Frekansı bile her insanın imreneceği titreşimlere sahipti. Annesi bir süre sessiz kalan Tomris’e “Saçların” dedi “Ne kadar uzamış. Vücudunda kullandığın şeyler gibi takma değildir umarım.”

Derinlerdeki ihtiyaçlarımıza açılan bir kapı olarak kişisel bakım…

“Dışa dönük kişisel bakım denilince aklına neler geliyor?” diye sordu Annesi. Mesele bu kişisel bakım biçiminin ne olduğu değil, sunduğu hangi şeyin önemsediğini hissettirdiği ve seni beslediğidir. Duygusal tükenmişliğin için güçlü ve kalıcı bir çözüm bulmak istiyorsan, dışsal deneyimlere güvenemezsin. Kendinle iletişim kurmak için yeni bir yol bulmalısın.”

İçedönük kişisel bakım, bilinçli olarak durmaya başlamanızı gerektirir…İçeride kim olduğunuzu değiştirene kadar yalnızca yüzeysel kişisel bakım uygulanırsınız. İhtiyacınız olanı elde etmek ruhani bir iştir. Kendiniz için içten bir saygı ve sevgi geliştirene kadar, kendinizi koruyup kendinizden taraf olmanız mümkün değildir. İhtiyacınız olanı kendinizde bulabilene kadar dünyada da bulamaz ve elde edemezdiniz.

Tomris tepkili bir sesle “Takma ve boya” dedi. Özlemle, Anne varlığının sıcaklığını hissederek ekledi. “Sen de ne varsa hepsinin tersini yapıyorum.” Geriyi görme aynasında gördüğü yüz gülümseyerek “Anneye karşı direnç diyorsun. Nasıl olursam olayım, yeter ki annem gibi olmayayım! Sen de gözlemlediğim şu ki benimle asla özdeşleşme noktasına varmayan bir hayranlık, bir yandan da kıskançlıkla reddetme var.”

Tomris farların aydınlattığı yol boyunca ilerlerken duydukları karşısında düşüncelere dalmıştı. Düşüncesini bölen yine Annesi, oldu. “Ne istemediğini çok iyi bilmene rağmen, yazgının da nasıl olması gerektiğine dair en ufacık bir fikrin yok! Tüm içgüdülerin beni reddetmeye dair yoğunlaştığı için, kendine ait bir yaşam kuramıyorsun bile. Peki, bu çok sevdiğin uğruna bu yolda olduğun Kara benimle hangi özelliklere sahip? Çünkü bir ilişkinin gerekliliklerini sabırsızlıkla yerine getiriyorsun. Beni reddettikçe, bu şiddet ona da yansıyor…”

Annesi omzunu bırakıp, üzerindeki ceketi düzelterek koltuğa sırtını dayadı. Camdan dışarı bakarken konuştu. “Üstünde taşıdığın sanal aksesuarlara, giyim tarzındaki zevksizliğe anneye karşı direncin tezahürünü yaşamında, erkek arkadaşında görmek mümkün. Benim yüzüme vurmak istediğin şey nedir, hiç düşündün mü?” dedi.

Tomris, aynadan kendini inceleyen Annesinin gözleriyle tekrar karşılaştı.

Annesi, “Tomris, Annenin bilge öğüdünü ve doğanın her varlığa sınırlar koyan acımasız yasasını insan mutlaka dikkate almalı, dünyanın zıt güçler dengede tutulduğu için varolabildiğini asla unutmamalısın. Rasyonel olan, irrasyonel olanla, amaçlanan da verilmiş olanla dengelenir. Zira bir Anne, çocuğun ilk dünyası, yetişkinin son dünyasıdır… Bilinçlenme yolunda atılan en küçük adım bile bir dünya yaratır… Karşıtlar ayırt edilmediği sürece bilinç de olmaz. Nasıl ki yaşayan her şey birçok ölümden geçmek zorundaysa, bilinç de ancak bilinçdışının daima dikkate alınmasıyla var olabilir. Bütün bilinçlenmelerin kaynağı duygudur. Duygu olmadan karanlığın aydınlığa, ataletin harekete dönüşmesi imkansızdır. Anlayacağın Tomris, anlamsız bir kargaşa gibi görünen şey, bir arınma süreci haline gelebilir. İyiyi yaratan o gücün bir parçası olmaya karar vermelisin. Kendine biçtiğin bu rolden artık sıkılmadın mı? Kendinin kim olduğunu keşfetmeyecek misin? Kendi yeteneklerinin bilincinde olmadığın için, bundan yoksun olan birine yansıttıklarına hele bir bak…”

Dünyayı olgunluğun ışığında, büyülü mucizeleri görmeyi başardığında, böyle bir vizyon, bilincin ön koşulu olan gerçekliğin kavranmasını ve keşfedilmesini sağlayacaktır. Belki yaşamın bir parçası yitirilmiş olabilir, ama anlam kurtarılmıştır.

Tomris, “Her zaman anlayışlı olmak nasıl bir duygu Anne? Kendini nasıl hissettiriyor?”

Annesi, “Senin gibi ben de olduğum kişiyi yaratırken birçok evreden geçtim. Geçtiğim bu evrelerde öğrenmeyi seçtim.”

“Buradaki ‘anahtar’ kelimesi öğrenmeyi beraberinde getiriyor… Bir şeyi tekrar yapıp yapmayacağımızı aslında bu öğrenme süreci belirliyor.”

Tomris yol boyunca karanlıkta uzanan beyaz şeritlere bakıyordu. Aniden sol şeride geçerek biraz daha hızlandı. Biraz daha hızlandı…

Annesi, sakin bir ses tonuyla “Hızlanmaya gerek yok” dedi. “Çünkü hızla varılan bir yer yok. Her şey zamanında olur. Bu nedenle sen yolun manzarasına ve yolun sana kattıklarına; anın ve dikkatli olmanın getirdiği bilgiye ihtiyaç duyduğunu bilerek hareket etmelisin… Hemen sonra “Hatırlatmalıyım!” dedi ve ekledi “Yarım saat sonra varacağın yerdeki korunmuş levhaya dikkat et!”  

Annesinin sözleri kulaklarında çınlarken; saplanıp kaldığı kara delikten çıkmak istedikçe içine daha çok çekiliyordu. Gece karanlığı örten bir elbise gibi uzanırken bir yandan boşluk bir yandan dikkatle levhaları takip etmeye çabalamak çok yorucuydu.

Gecenin içinde “Ben’lik” yazan levhayı birkaç saniye geçtikten hemen sonra göğe doğru uzanan büyük camlı binayla karşılaştılar. Yol sanki burada bitmişti. Gidilecek başka bir yer kalmamış gibiydi. Tomris, arabanın kontağını kapadı. Bir süre oturduğu koltuktan etrafı inceledi. “Burası” dedi  “Neden her şey birbirini yansıtıyor?”

Tomris’in sorusunun yanıtını bulmak istercesine Annesiyle arabadan indi. Büyük cam binanın önünde durduklarında kapı açıldı. Kapıda beliren uzun saçlı kadın içeri girmelerini işaret etti.

Tomris, “Geleceğimizi nereden biliyordu?” diye sordu.  

Annesi omuz hizasından bakarak “On, geleni görür.” dedi.

Tomris’i bir ürperti almıştı. Üşüdüğünü hissetti. Gerildiği anlarda bu hep olurdu. Kendine gelmek için, kollarına dokunup, ürpertiyi gidermek istedi. “Sence, şu an olmamız gereken doğru yer burası mı?” diye sordu.

Annesi kızının boyadan karışmış yüzünü ellerinin arasına alarak “Sahi yol boyunca hiç sormadım; Nereye gideceğini ya da nereye gitmen gerektiğini biliyor muydun?”

İleri taşıyan güçlü soruyla aklı karışmıştı. Tomris, “Hayır” dedi. “Bilmiyordum…” Telaşla “Burada ne bulmam gerektiğini nasıl bileceğim.”

Annesi, “Karşılaşmalar” dedi. “Her birinin niteliğine dikkat et. Seni nereye götürecek anlayacaksın.”

“Benliğin keşfi maceranın tüm dünyasını göz önüne sererek anahtarlar taşırlar.”

Joseph Campbell

2. Bölüm: Yaşam Yolcusu

Tomris, merdivenlerden çıkarken buldu kendini. Yerdeki beyaz tüyleri gördü. Yere eğilip bir tanesini aldı. Holden ilerleyerek, camlı kapıdan geçti. Etraf karanlıktı… Ani bir hisle  içinden geçen şeyi hissetti. Karanlığa alışmaya çalışan gözleriyle ilerideki masanın yanında beliren Buda’yı gördü.

Buda, sakin bir tonda konuşmaya başladı. Söylediklerini işitmeye çalışırken, nefes alış verişleri derinleşiyordu. “Hey, yaşam yolcusu” dedi “Benliğin keşfi maceranın tüm dünyasını göz önüne sererek anahtarlar taşırlar. Kurduğumuz ve içinde yaşadığımız dünyanın ve içindeki bizlerin yıkımı; fakat sonrasında daha cesur, dürüst, geniş ve daha eksiksiz bir insan yaşamının fevkalade bir yeniden inşasıdır bu. Yani içimizde taşıdığımız mitolojik dünyadan gelen huzursuz edici ziyaretçilerinin cazibesi, vaadi ve dehşetidir söz konusu olan.”     

Tomris, Annesini görmek için etrafına bakındı. Annesi gözden kaybolmuştu …  

Buda, bir adım daha yaklaşarak konuşmasına devam etti. “İnsanlar çok erken doğar; tamamlanmamışlardır, dünyayla karşılaşmaya henüz hazır değillerdir. Genellikle tehlikelerle dolu bir evrene karşı onları savunacak tek şey, koruması altında rahim döneminin geçirildiği Annedir…” 

Tomris, “Annemin korumasına halen ihtiyaç mı duyuyorum?” diye sordu. 

Kadın, gülümseyerek “Bir insan ne ise yalnızca onu düşünür, söyler ve yapar… Hatırla! Annen sana böyle söylemişti.” Bir süre sessizlikten sonra “Düşük işlev insan kişiliğinin karanlık yönüyle özdeşir. Karanlık yön, bilindışına ya da düşlere açılan kapıdır. Alacakaranlığın o iki figürü “gölge” ve “anima” bu kapıdan geçerek, gecenin düşlerine girerler ya da görünmez kalarak “Ben” bilincini ele geçirirler. Gölgesi tarafından ele geçirilen bir insan kendi ışığını keser ve kendi tuzağına düşer.”  

Annelik, aklın çok ötesinde bir bilgelik ve ruhsal yüceliktir… İyi olan bakıp büyüten, taşıyan, büyüme, bereket ve besin sağlayan, sihirli dönüşüm ve yeniden doğuş yeridir; yararlı içgüdü ya da itkidir…

Kadın, masanın üzerindeki kitaba dokunarak, “Tüy” bütün geleneklerde “gerçeğin” sembolü olarak ele alınmıştır, dedi. Okuduğu kitabı göstererek, tüy mitolojide de anlatılmaktadır. Anlatılan efsanelere göre insan tüylerini yani bilgeliğini kaybetmiştir. Çünkü tüy gerçek bilginin sembolüdür. Ayrıca tüy hafifliğin ve ağırlıklardan kurtulmanın sembolü olarak da kullanılmıştır. Buradaki kastedilen hafiflik ve ağırlıklardan kurtulmak astral tortulardan kurtulmanın karşılığıdır. Astral bedenin kabalaşmasını anlatır.

Ezoterizmde tüyün gerçeğin sembolü olarak kullanılmasının nedenlerinden biri, kuşun ruhun sembolü olarak kullanılmış olmasıdır…

Tomris, satırlar arasındaki detayları toparlamaya çalışıyordu. Sesin geldiği yöne doğru yürüdü. Karşısındaki kadın kendi boylarında aynı yüz hatlarına sahipti. Çıplaklığı iliğine kadar işlemişti. Saçları, kirpikleri, vücudundaki tüylerin hepsi dökülmüştü. Boğazını temizleyerek sesinin tonunu ayarladı. “Ne demek istediğinizi anlayamadım.” diyebildi. Tüysüz bir kadın nasıl olur da bu kadar güzel görünebilirdi… 

Kadın, “Sen şekilci misin?” diye sordu. “Sana tekrar hatırlatmalıyım… Güzellik insanın içinde uyanmayı bekleyen bir hatıradır. Eril yönüne uyanmak için de bir prensin seni  öpüp uyandırmasına ihtiyacın yok. Gerçeğe dışarıya bakarak ulaşamazsın, uyanamazsın!”

Bir süre Tomris’i inceledikten sonra, “Görüyorum ki sana ait doğal hiçbir şeyin yok. Bunlardan arınma vakti gelmedi mi? Yüzündeki boya, saçındaki ekler ve tırnaklar tüm gücünü oraya mı toplamak niyetindesin. Belli ki bu niyetin farkında değilsin; tırmalamak istediğin birileri mi var?”

Sanki sessizce bak tatlım, kafandan geçenleri okuyabiliyorum, diyordu. Tomris, biraz utanmıştı. Sonra zihninden geçenlere dikkat etmesi gerektiğini kendine hatırlattı. Şaşkındı… Kaçmak istediği bir yer ve bir kadın vardı. Annesinin sözünü anımsadı. “Karşılaşmalara dikkat et!” Kadına tüm odağını toplayarak sordu, “Sana ne oldu böyle, kimsesiz kalmış gibisin.”

Buda, “Ben kanserim” dedi. “Kimsesiz olduğumu olmayan tüylerimden mi anladın.” Şakalaşmaktan hoşlanıyordu. Ayrıca kendisiyle şu halde bile barışık olması Tomris’i iyiden iyiye çileden çıkarmıştı. Tomris o an bir şey fark etti. Karşısındakini incitmek için kurduğu cümlelerin ne kadar niteliksiz olduğunu. Kadın “kanserim” diyordu. Tomris ise korkularının ele geçirdiği telaşla incitecek ne varsa silah olarak kullanıyordu. Kadın fark etmiş olmalı ki, “Haklısın” dedi.Sen olsan ne yapardın acaba! Bunu düşünmeden edemiyorsun!!!”

Viktor Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı” adlı eserinde şöyle der: “Umutsuz bir durumla karşılaştığımız, değiştirilmeyecek bir kaderle yüz yüze geldiğimiz zaman bile, yaşamda bir anlam bulabileceğimizi asla unutmayalım. Çünkü o zaman önemli olan şey, kişisel bir trajediyi bir zafere, kendi zor durumunu insan başarısına dönüştürmek ve sadece insana özgü eşsiz insan potansiyeli olabildiğince göğüslemektir. Artık bir durumu değiştiremeyecek bir noktaya geldiğimiz örneğin olanaksız bir kanser gibi iyileşme şansı olmayan bir hastalığı düşünün o zaman kendimizi değiştirme yoluna gideriz.”

Kadın, “Sence ölümcül bir kanserle mücadele etmek hayatını ne şekilde etkilerdi?”

Tomris soru karşısında dehşete düştü. Ve gittikçe düşüyordu…. “Etkisini düşünemiyorum bile!” diyebildi. Gözleri açılmış panik halinde karşısındaki kadını bilinçsizce inceleme altına almıştı. Üzerinde gül kurusu pembe bir penye vardı. Onunla uyumlu krem rengi bir eşofman altı. Ayaklarında rahat etmesini sağlayan yine kıyafetleriyle uyumlu gül kurusu spor ayakkabılar. Vücudunun yukarısına çıkarken de sol kolundaki morluklar dikkatini çekti. O anda kadının üzerine beyaz tüyler yağmaya başladı. Kafasında pembe bir hale ile dolaşıyordu.

Kadın incelendiğinin farkında, sözlerine devam etti “Bir süre sonra yakın bir gelecekte ölecekmişim duygusuna kapılıyor olmalı insan. Kanserle mücadele edenler şu soruyu soruyordu: Hayatta kalabilecek miyim? Benim sorum ise; Bütün bu acıların, çevremizdeki onca ölümün bir anlamı var mı?” Gülümseyerek derin bir nefes aldı.

Liderlik yolculuğu kendini anlamakla başlar. Kendi yaşam öykülerinin üzerinde düşünen liderler, olaylar ve insanlar ile kurdukları iletişimin dünya ile ilgili yaklaşımlarını şekillendirdiğini anlıyorlar. Liderlik, hayata değer katan bir fark yaratabilmek adına yapılan kutsal bir çağrıdır.

Kadın konuşmasına bir süre ara verdi. “Öncelikle” dedi “Egomuz, kişisel çıkarlarımız, korkularımızın, görünüşümüzün ve başarılarımızın bilincinde miyiz? Bize yol gösteren ışığın ya da üzerimizi kaplayan gölgenin bilincine varmalıyız.”

“İnsan doğru davranabilmek için, doğru düşünmelidir. Gerçeği ve doğruları görebilmek için kişi önce bilgisizliğinin farkında olmalıdır, zira gerekli bilgilere ancak bu yolla ulaşabilir. Günümüze dek zaman sınırlarını aşan rol model olarak görülmüş birçok ‘uyanık lider’ var. Bu nedenle daha önce yaşamış olan her şeye karşı büyük bir saygı duymalısın. Ve her birinden öğrenmemiz gereken derslere karşı açık olmalıyız.”   

Buda’yla beraber yürüyüşe devam ederlerken Tomris aniden durdu. “Sana nasıl hitap etmeliyim?” diye sordu. Buda gülümsemesini ikiye katlayarak gamzelerini ortaya çıkardı. Tek tek incelendiğinde her hattı çok güzeldi. Bunu bir kadına karşı itiraf edebildiğine yine çok şaşırmıştı. Genelde ilk kural kimseyi beğenmemek ve eleştirecek malzeme bulmak olurdu.

Buda “Senin için çok nazik bir soru?” dedi. “On” demen yeterli. Yazar bana öyle hitap ediyor.

Tomris “Yazar, kim?” diye sordu. Annesi de cümle içerisinde yazarı geçirmişti. On’la tam önünde durdukları masa dikkatini çekti. Masa da açık bir bilgisayar vardı. Ekran da az önce söylediğimiz repliğin aynını yazan da satırlar. On, “Bence yaptığın hiç hoş değil” dedi. Şimdiye kadar hiç birimiz bilgilerine girip ne yazdığını merak etmedik. Bilmemiz gerekirse zaten o bize söyler. Biraz fazla meraklısın gibi geldi… Burada zamanı geldiğinde açılır tüm bilgiler. Ve bilgi ait olan kişiye aktarılır.”

Tomris, meraklı gözlerle masayı incelemeye aldı. “Yazar” dedikleri kişi çayı seviyor olmalıydı. Zamanında içilmediği belli olan nefti yeşil bir fincanın içinde yarısı içilmiş çay vardı. Fincanı elledi ve halen sıcak olduğunu fark etti. Masanın üzerindeki kalemlere, defterlere, kitaplara bir süre baktı. Uzanıp pembe renkli okuma gözlüğünü alacakken, On, Tomris’i durdurdu. “Şekilci olduğun için rengini görünce hemen dokunmak istemiş olmalısın. Senin içinde bulunduğun durumla yazarın bakış açısını kavrayabileceğini pek sanmıyorum.”  

Yanlarından elinde kitaplarla geçen kadının binanın kapısında kendilerini karşılayan kişi olduğuna yemin edebilirdi. On, gülümseyerek “Burada benzerlikler seni şaşırtmasın.” dedi.   

Tomris, “Zihnimden geçen her şeyi okuyor olabilir misin?” diye sordu.

On, gülümseyerek “Hatırla! Annen, On, geleni görür” demişti. “Buna düşünce yoluyla iletilen kelimeleri de ekleyebilirsin…” Sözlerine devam etti. “İnsan yaşamının esas gailesi kendi eksikliklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve zendelenmişliklerinin ıstırabını azaltmaktır. Bunu başarmak, dünyayı, yeniden ve merkezinde kendisi olmak kaydıyla, yani kendi dünyası olarak “tamam” etmektir. ‘Yaratıcılık’ dediğimiz hiç bitmeyecek, yani hiçbir zaman ufkuna ulaşamayacak eylem de budur: ‘Dünyayı-tamam-etme-eylemi. Yazar da dünyayı tamam etme eylemiyle ruha hizmet diyor.”